CAHIT ZARIFOGLU

Cahit Zarifoğlu'nun Hayatı (1940 - 1987)


1940 yılında Ankara'da doğan Cahit Zarifoğlu aslen Maraşlıdır.

Babasının memuriyeti dolayısıyla ilk ve orta öğrenimini Siverek, Ankara, Kızılcahamam ve Kahramanmaraş'ta tamamladı. 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Öğrencilik yıllarında çeşitli kurumlarda çevirmen olarak çalıştı. Dil kurslarına katılmak için Avrupa'ya gitti. Bu vesile ile belli başlı Avrupa ülkelerini dolaştı. Döndükten sonra özel bir lisede öğretmenlik, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu ve TRT'de çevirmenlik, son olarak İstanbul radyosunda denetçilik görevinde bulundu. Edebiyat çalışmalarına lise yıllarında başlayarak, Maraş gazetelerinde şiir ve hikayeler yazdı. Yine Maraş'ta Açı dergisini çıkardı. Sanat hayatının bir bölümünde şiirleri Papirüs, Türk Dili, Yeni Dergi’de yayımlandı. Daha çok Diriliş, Edebiyat, özellikle de Mavera dergilerinde çıkan şiir, hikaye, günlük ve eleştirileriyle tanındı. Bir süre, kurucularından olduğu Akabe Yayınları ve Mavera Dergisi'ni yönetti. Yeni Devir, Milli Gazete ve Zaman gazetelerinde Ahmet Sağlam, Vedat Can, Abdurrahman Cem imzalarıyla yazdığı köşe yazılarıyla yakın bir dialog içine girdiği geniş bir okuyucu kesimince ilgiyle izlendi. Ayrıca İslam, Kadın ve Aile, Gülçocuk ve bazı çocuk dergilerinde ürünleri çıktı. Son yıllarda çocuk edebiyatına yöneldi. Çocuklar için yazdığı kitaplardan biri olan Yürekdede Ve Padişah adlı eseriyle 1984'te Türkiye Yazarlar Birliği'nce çocuk edebiyatı dalında yılın yazarı seçildi. Çizgi dışı şiiri ve kendine has şiir diliyle ilk bakışta zor anlaşılır ama son derece orjinal şiirler yazdı. 7 Haziran 1987 yılında İstanbul'da vefat etti. Mezarı İstanbul Beylerbeyi'nde Küplüce Mezarlığı'ndadır.
 

Yayınlanmış eserleri:
 

“İşaret Çocukları” (Şiirler, 1967), “Yedi Güzel Adam” (Şiirler, 1973), “İns” (Hikâyeler, 1974), “Menziller” (Şiirler, 1977), “Yaşamak” (Günlükler, 1980), “Serçekuş” (Uzun Hikâye, 1983), “Ağaçkakanlar” (Masal, 1983), “Katıraslan” (Masal, 1983), “Yürek Dede ile Padişah” (Masal, 1984, Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Ödülü), “Savaş Ritimleri” (Roman, 1985), “Korku ve Yakarış” (Şiirler, 1986), “Bir Değirmendir Bu Dünya” (Denemeler, 1987), “Motorlu Kuş” (Masal, 1987), “Sütçü İmam” (Tiyatro, 1987), “Gülücük” (Şiir, 1989), “Ağaç Okul” (Şiir, 1990).


ANILAR DEFTERİNDE GÜL YAPRAĞI

 

Anılar Defterinde Gül Yaprağı

Gibi Unutuldum Kurudum

Başıma Düştü Sevda Ağı

Bir Başıma Tenhalarda Kahroldum.

Sen Kimbilir Rüzgarlı Eteklerinle Kimbilir

Hangi İklimdesin

Ben Sensiz Bu Sessizlikle

Deliler Gibiyim

Sensiz Bu Sessizlikle.

 

Ayrılıkla Başım Belada

Gözlerini Çevir Gözlerime

 

Yoksa Ben

Sensiz Bu Sessizlikle

Deli Gibiyim

Sensiz Bu Sensizlikle. 

 

AĞARTI  

 

sevgililer yüzüne karşılık geldim

kaygı bağırdı gözevlerimde

 

günlerin yamanan yıldızlar

ve üzülen gökkuşaklarıyla

doluluğundan söz ediliyor

evlerde çocuklar arşınlanıyor

ve alkışlanıyor babalar

ki tütün başında

ekmek başında kabir başında

 

günler yenilenen bir isim

merdivenleri büyük ağzıyla çıkan meral

haftada üçer gün üçer hafta

ince uzun veya kahverengi

ve gelinlik sabah çatışmasında

yoğunlaşan yorgun artık ben

köprü ortasından yarılmış bu ara

organın ve güneşin salgınlığı

toprağa gelir gibi oldu an

başlar ikinci artık

 

beygirler uzağa kayıyorlar

 

bu arada gelinmeler

arkadaş yapıtlarına yar koyma

yöremdeki çimler

 

bu arada evimin içinde odaların birbirine düşman durduğu

ve hastalandıkları

çalışan yüreklere uzak

bekardan korkan ev sahiplerinin

kapılarda kızlık heykelleri

bu arada insanın yemeğe oturma çelişmesi

 

yemekten kalkma çelişmesi

erkek oluşunuza binaen

bu arada özel sıkıntılarımızın

kılıç kuşanmış hali

durmadan kanlanıp hatırladığımız

bunalan kadınlar

ben alda'yı bunalıyor görüyorum rüyamda

kırbaç gibi insanı saran etrafımızda

kelebek kanatları gözler

akılda kalan ağızlar

hatlar

seviyi yoran alkışlar

bir şehri paramparça edip

ortasından yarıp uykuları

evlerin sahanlıklarına

misafir odalarına

lavabonun altındaki dolaba

çocukların hücumluk yataklarına

iri erkeklerin şakaklarına

kadınların çırpınan dudaklarına

ve kızların sancaklarına sığınan

ve benim damarlarımda itişen uykulara

 

bir şehrin ortasından tren geçiyor

o şehirde büyük rüzgâr vardır

bir oyuncakçı vitrininin önünde

insanların durdukları ve duruşlarını

değiştirmedikleri trenle birlikte

şehrin ortasından oyuncak trenlerin

cezalandırmış şekilleri

 

kendisini buyruk

vitrine yapışık insanların kafalarındaki

içlerinden geçerken dönüp bakmadıkları

durdurup parçalamadıkları

önüne yüzer ellişer

yatıp apartman kadar

ağır tekerlerini üzerlerinden geçerken

öpüp ağızlarını ezdirmedikleri

 

noktanın sonuna kadar

bir sinir bir can yanmasıyla

bir parçamı

bir demir mengeneye

koyup sıkmak istiyorum mu nedir

dilimi

 

bir acı mı ne gerek

öyle uykum var ki

öyle istiyorum ki

 

o içinden marşandizler

şimşek gibi fırlayan

şehirde hemen

hat boyunda ilk tahta evde

derin yatakta

her an çığlıklarıyla

uyuyayım kıyametler

bir ejder geçsin

öyle tanıdığım

öyle canımın içinde

 

durup gelmeyince

morfin gibi arıyorum direnmeni

iğne üzerinde yüzün gelip

kuşatmıştı beni

ama düşündükçe Korkmak

yüzünle geldiğini

 

Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim 

AFGANİSTAN ÇAĞILTISI  

 

Bütün azalarını harbe çağır

Sofran açılsın elin şehit ballarından alsın

 

Saraylar damlar yeniden kurulsun

Ağaçlar içinden akan nehre

Dalçık günde bin kere ve gecelerde

Omuzbaşlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın

 

Kalem yazsın yazsın

Küheylan bir aşık ol

Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın

Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan

Başlasın vuslat gününü toprağa

Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını

 

Şimdi üzgünüz arkadaş

Yolumuza çıkmayın üzgünüz...

 

Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin

-Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi

Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak

-Konuş şimdi daveti duydun mu

Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda

-Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü

Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar

-Konuş şimdi bekliyor mu yalınayak çocukları ağacında buğday

 

Hava çok hoş insanın tuttuğu yerler azar azar

Kalbin zengin davetleriyle oynar

Çocuklar o anda çok yakında bakarsın bir aşk sayhasında

 

Yaslanırlar güzel anaların kollarına

Hava çok hoş başın tuttuğu idrak yanımızda

 

Adamlarımız yiğit

Kadınlarımız hamarat

Çocuklarımız dolu bilinç harmanı

Köpeklerse sayılı

 

Elimizde cahiliye dönemi sonrası bir pala

(Kavmiyetçilik etme dedik ucu kırılır)

 

Kırıldı da

Şimdi severiz türkmeni peştunu

Onarılmış gerilmiş bileylenmiş ve doğramakta

 

Isın gökyüzü ısın

Çocukları kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe

 

Bunlar gübre insan değil

Gömlekler çelik zırh

Öyle bir çalgı çaldılar ki

Seslerin çağırıp koyunlara bile

Koyduğu zehirli gaz rüyaları

 

Analara şaşkın çocukların

Üç beş yaştakilerin

Yüzleri harp yarası

Harp yanığı

Ama öpülmekte okşanmakta yanakları

 

Hangisi hangisine mübadil

(Dünya bu olamazdı)

Hangisi özne hangisi edilmiş gelinmiş bilinmemiş

Yağmur peyderpey kar tane

Gamzem oyuyor düşüncemi

Kime eşitim nasıl nerdeyim

Gamlanmaktayım

 

Hayır bir tereddüttü geçti

Füsun bu karadağmağdeni

İsyan muannit

Mösyö sevinçli mister memnun ağa yarı tok köylü sarı yaprak

Millet üzgün

 

Hani dengeler kuracaktık

batının kızıl ulusları bindokuzyüz seksen kölelik yapmak istemiyorum

 

bu kahveniz

yıldızlarınız şapkanız

buyrun unutmuş olmalısınız dehanız şerefiniz

buyrun cep feneriniz

Buyrun boynumuzdaki halkayı tutunun

Ve semirin

 

Hani dengeler kuracaktık

Hani çağdaş uygarlıklardan tutunacaktık

Hayır batının ulusları kızıllarla karışık

Bin dokuz yüz seksen bay batıya buna şuna

Cennetlik yapmak istemiyorum

Çevir tarihi çevir

BindörtyüzBİR

 

Bu kafa ne zaman köreldi

Çalınanlar siren besteleri

İmdatlarla düşün

Bu anne asla merhamet dışında

Gözleri nemli olmamıştı

 

Hayır batının ulusları yıl bindokuzyüz seksen değil

Bindörtyüz bir

Fakat beşyüz yetmiş dokuz yıl geçmiş değil

Ne bir karışıklık var

Ne bir dev rüya görmüş

Değil

 

Kıraç bir yamacı bir ekspres kıymıklıyor gibi

Tünellere ses basılmış değil

Elbette bunlar değil

Yazmaktan çektiğim yalnızlık da değil

Bahsi kapatalım ve yatalım için de değil

Hiçbir şey değil hiç biri değil

 

Anlatabildik mi arkadaş. Acaba

Körebe bitti duvarı kaldır at

 

Haydi zemini düzledik alt yapısını kurduk savaşın

Dikil yanıma

Ellerimizde birer çakıl taşı

Onlarla dikilelim karşı karşıya

Yüzlerimizin kefen örtülerini yırtalım baştan başa

Görürsün berrak içi

Derisi yüzülmüş kan gibi yüzlerimizin

Bu harp başka

 

Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta

Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz

Aynı kirli hava

Aynı kafa ayağımızın bodrumunda

Hayır arkadaş bu hesap bambaşka

Ne son aylardayız ne bu son gün

Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe

 

Gözleri yumuşak yüzü yorgun bileği sert toprak

Sanma ki harp derdinden geçtim

Düşünme ki dökeceğin kanlar hunhar

Derimin altında ne belalar baygın

Bir devlet taşıyorum başımda

Bu ev bana dayanmaz

Çöker kızıllar kuduran inleri dünyanın

 

Arkadaş

Şimdi yalnız savaş

 

 

ANILAR DEFTERİ  

 

Anılar defterin de gül yaprağı gibi

unutuldum kurudum

Başıma düşmüş sevda ağı

Bir başıma tenhalarda kahroldum

Sen kim bilir

Rüzgarlı eteklerinle

Kimbilir hangi iklimdesin

Ben sensiz bu sessizlikle

deliler gibiyim

sensiz bu sessizlikte

Ayrılıkla başım belada

Gözlerini çevirme gözlerimden

Yoksa sensiz bu sessizlikte

Kahrolacağım

sensiz bu seslikle

 

ANLATILMIŞ GÜNLER  

 

Bulutların yeryüzüne doğru saçaklandığı vakitler

Sürüleri doyurmuş

Köylere emin bir gece yaymış

Serin ve ılık evlerin seccadelerinde

Yatsılarla nehrolmuş

Helal kadınlarıyla yukarılara bakıp akan

Huzurlu gürbüz ve yetişkin adamlar gibi

Adamlar gibi duruyorlar silahlarının başlarında

 

Meşakkate

Adeta ısrarla

Yılmadan

Sabretmektedirler

 

Biliyoruz

Gördüğümüz resimlerini

Aylardır birlikte yattıkları giysileri

Çok aşıyorlar

 

Boyları bosları

Yaşları başları

bakışları

renk renk

geniş

adımları iri

solukları sıcak yelpazeler gibi

 

gözüm görmüş gibi onları

kardeşim gibi gelir haberleri

hele saldırdılar mı

bakılsın gerek

topuklarıyla devirdikleri tank kütleleri

 

Ne yaman gönülleri

Çöl toprağı gibi yayılı kavruk esrarlı

Yanaklarına

Değer güneş

 

Ve bastıkları dağ şurdaysa

Ötekinde kıskançlık nöbeti

 

Hiç kimseden öğrenemezdin

Daha kesin

Gözünün önünde vurulan kardeşinden

Buhara kelimesini

 

Hiç kimse öğretemezdi sana

Daha kesin ve böyle emin

Ateş altında

Azık getiren kızkardeşinden

Buhara kelimesini

 

Bir ok işaretidir Buhara

Varılırken ve varılınca

Gösteren

Daha ikibin kilometre ilerisini

 

Ve buhara ki

Pirlerin

Asırlar önceki kader sürücülerin

İşte bugünleri anlatıp

Kollarına girip avuttukları şehir

 

ARALIK GÜNLERİ İÇİN BİR AŞK DENEMESİ  

 

Aşk bu

Kanatları yıldırımlanmış katı boğalar

Ateşin saydam gövdesini kırarak

Yatarak hayat dolu sarnıçların karnına

Sıkı sıkıya kapalı sivri ve kıvrak gaga

 

Delip geçecek dalıp yeryüzünü

Bak istersen avuçlarıma

Küçük parmağın hizasında o derin havzada

Göğüs göğüse iken ikimize

İki ayrı kadeh gibi doldurulmuş yudum kat'i

Sesin

Sırrım

Gözüm palaspandıras çehremde

 

Aşk bu

Çölün sarı sofrasında atlılar

Hepsinde

Gererken parçalanan elimde

Çelik yay parçaları

Ağızlarımız kum rüzgarlarıyla yanık

Yiyip içmezik acıkmazık

 

:Başkanları

Uyutmasın vahalar diye

Koynuna doldurmuş yılanları:

 

/çocuk

Bir tane.Dayanmış yanağını cama

Karşı evin balkonuna bakıyor

Orada bir çocuk

Tutunmuş demirlere../

 

İki kadeh arasında ufak kara nehrim

Beni senden bölen.Suyu yakut de ki kafur

Çölün arı çehrenin gamsız ölümün uzakça olduğu bir demde

 

Diz çökeyim söyle

Tahtın nerede

Bende kaynayan sende kaynak

Tıpatıp iki kristal küre

 

Aramızda ceylanımsı bir sıçrama

Çalkalanır sonsuzca.Şöyle irice

Bir kelime bul ok atsın döş kemiğime

 

Öfkemi iyi belesin öfken

 

Aşk duraksar ve yara alır

Uçak çelik rengi göğü sesiyle sokunca

Alçalarak yemyeşil ekinlerin arasına

Kuru ekmek yiyen üzgün köylüleri bombalamaya

 

İlkin küçük nir göl kan dolu ağzı

/hava nasıl da yeşil/

Su mu yoksa o katı ışık mı yanakların taşıdığı

Nilüferler isteklerkoca bir dev

 

Aşk bu çiğnenmiş kırbaçlanmış alta laınmış

Tanıyıp tutunacak bir insan arayan

Gördülçe çelik kazanlarının iç kaynamasını

Kaliforniyadaki silah fabrikalarını

 

/Doların egemenliğ halkın refahı:

Depolar boşalmalı/

 

Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın

Kurşun kanatları gergin

Fosforlu mermiler yine taze

Yıldırımlanmış boğalar

Havanın katı gövdesini kırarak

Yararak hayat dolu sevdanın karnını

Pilot ağzı zehirli bir dil

Kentelenmiş çeneler arasından

Gözler ovaya başını çıkaran insanları

 

Haydi aşk aşk

De ki dağları delerim senin için

Yıldızlar yakarışlar açık kartlar

Ve haydi hoşçakal

 

Kilimin üstünde

Bir ampül

Bir kırbaç bir ayakkabı

 

ARZUHAL  

 

Çiledinmi

Dünya tutar inilemen

Ne saltanatı dünya pahada

Ne saltanatı dünya pahada

Ne kalbi altın mezarı şöhret

Yer şahit

Şahit bizler kardeşlerin

Alevli hüzünlerdin mevla için

 

Ne atın yıllar verdin hep

Dirilsin diyordun ve yöneliyordu binlerle

Kapkara parlak ışıklı ve ışıtan göz

Kıvırcık utangaç ve uçurumlardan güvenlere götüren

Ve yalın

Henüz gelmiş gibi kınından

Ne altın yıllar verdiğin hep

Ve ağır ağır çeviriyordun

O dalgın ve ağır yüzünü devrin

Yuya yuya o güzel Elçiye

 

Ne altın yıllar verdiğin hep

Biriki bronz kişi konabilseydi önüne

Ve ne altın yıllar daha çiledin

Artık yalnız değil adımların

Şimdi daha iri doğuyor sabahları

Horantası bir hayli arttı güneşin

 

Kişinin güzelliği ağa ustalarına göredir

 

senin köylün olayım

o uzak iklimleri erişilmez beldeye

bakabilemezdik senin götürmen olmasa

 

şu küçücük kalpte

(yaman halimiz helal ettiremezsek)

nice hakkın yüklü.

 

AŞKA DAİR  

 

Öyle sofralar gördüm ki

İnsan kasları vardı tabaklarda

 

O eğik gövdeler önünde yalnızlık

Her şeyi birbirinden uzağa çarpıyordu

Bir kadın

Bir erkek

 

Gizlice soluyordu

Bir erkek av arkadaşından

Av durgunluğu gibi gösterip saklayarak

Kamışlıktaki sazların arasından

Ilık ve yapışkan fısıltıları

Ayırarak alarak

Urgan gibi bedenine doluyordu

 

Her şeye benzeyebilirken o

Hiçbir şey benzemezken ona

 

o ünlü borazan

Başlarsa saçlarımızın diplerinden

Üfürmeye. -Yırtıcı bir hayvan

Kimliği yapışır yakamıza

 

Bir erkek mi o

Göle yatmış bir güneş demetinde

O mor ışında

Bir köpek ölüsü gibi yatan

 

Hızla kayan

Yoksa bir yaban ördeği gölgesi mi

 

AYLAK GÖZ  

 

Erkenden aşındırır aşkını

Odaların köşelerine zamansız oturur

Duyarsa bir çocuğun

Oyundan çağrıldığını

 

Başının her seferinde döndüğü kumarı

Gönlünü bir tarzla kurularken kazanır

Anlarsa yenilen bir kadının

Darda kaldığını

 

Kendi kendine ardaşak kaçağı

Arada bir bakınır ne yaptığına

Süresiz kapılır tablolara yangelir

Ve oturdu mu bir masaya

Hakkını verir çay içmenin

 

Bu adam kitapların uçlarına

Çizilmiş itilmiş resim

Korkmadan yaşar tebessüm gösterir

Ağır başıyla nöbet alır

Dağdan kaçar şehri çevirir

Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına

 

Erkenden aşındırır aşkını

Anlamaz bir kadının

Süresiz kapılıp yangeldiği tablolara

Severek tebessüm attığını

Ağır başıyla kopar dağdan

Nöbet alır şehri devirir.

 

AYNA  

 

Ve gözüm eşyamda değil

Yoruldum maddemden

Ta ki dünya bitti

Köşk kurdum sakin oldum

 

Dehlizsiz ve tabakasız

Kör bir hayvan gibi

Rızkına etiyle yanaşan

Karanlık birevDir gövdem

 

Güneşte asla karanlık yoktur dediler

Ve onlar yoluna cihet ettim vatan tuttum

 

Büyük yeni bir hayat bildim

Yeni yeni bildim yoksa ölüyordu bir şey

Bir insan binası yıkılıyordu durmadan

 

 
HOŞGELDİNİZ!!
 


Bu sayfayı nasıl buldunuz?
güzel bir site olmuş
güzel olmamış

(Sonucu göster)


Burak GÜNEY
 
SORU VE YORUMLARINIZ İÇİN EMAİL ADRESİM burak_sheva@mynet.com !!!
Burak GÜNEY
 
ZİYARET ETTİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER!!
 
Bugün 22 ziyaretçi (32 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol